Hey Sen! Yapay Zekâ Bize Nasıl Sesleniyor?
Günümüzde her gün kullandığımız yapay zekâ destekli platformlardan sosyal medya algoritmalarına, eğitim uygulamalarından kişiselleştirilmiş reklamlara kadar sayısız teknoloji hayatımızı şekillendiriyor. Peki bu teknolojiler sadece kullanışlı araçlar mı, yoksa Louis Althusser'in 1960'larda tanımladığı ideolojik aygıtların 21. yüzyıl versiyonları mı?
İdeolojik Aygıtlar Nedir?
Louis Althusser’e göre toplumu düzen içinde tutan güç, yalnızca polis ya da ordu gibi açık baskı araçlarından ibaret değildir; aksine, toplumsal düzen çok daha incelikli yapılarla ayakta kalır. Eğitim sistemi, medya, aile gibi kurumlar, bireylere egemen ideolojiyi aktarır ve bireylerin bu değerleri doğal ve meşru olarak içselleştirmesini sağlar. Böylece bireyler, toplumsal düzeni gönüllü biçimde yeniden üretirler.
Althusser bunu "çağırılma" kavramıyla açıklar. İdeoloji, bireye "Hey sen!" der; birey de bu sese yanıt vererek kendini sistemin istediği biçimde tanımlar. Tıpkı bir öğretmenin "Sen çalışkan bir öğrencisin!" demesiyle çocuğun kendini o kimlikle tanımlamaya başlaması gibi.
Bu düşünce, Jeremy Bentham’ın ünlü “panoptikon” hapishane tasarımıyla da ilişkilidir. Bu modelde, dairesel biçimde inşa edilen yapının tam merkezinde bir gözetleme kulesi bulunur. Buradan bakıldığında tüm mahkûmlar görülebilir; ancak mahkûmlar ne zaman izlendiklerini asla bilemezler. Bu belirsizlik, mahkûmların davranışlarını sürekli kontrol etmelerine yol açar. Her an gözetlenme ihtimali, onları otoriteye uygun biçimde hareket etmeye zorlar.
Michel Foucault bu mimariyi modern toplumun çalışma biçimi olarak yorumlar. Ona göre, iktidar artık doğrudan baskı yapmaz, gözetim ve normalizasyon yoluyla bireyleri kendi kendilerini disipline etmeye iter. (Bu konu hakkında daha detaylı bilgiyi Modern Kurum Kültüründe Foucault'nun İzleri başlıklı makalemde bulabilirsiniz.)
Yapay Zekâ Çağının Paradoksu
Günümüzde ise bu klasik teoriler karmaşık bir paradoksla karşı karşıya. Yapay zekâ, ideolojik kontrolü her zamankinden daha derin bir seviyeye taşırken, aynı anda geleneksel denetim mekanizmalarını kökten dönüştürüyor. Bu dönüşümün kalbinde ise Hiperhedefli Kontrol kavramı yer alıyor.
Tik Tok, Instagram, YouTube algoritmaları artık bizi sıradan kullanıcılar olarak görmek yerine benzersiz veri kümeleri olarak tanıyor. Yaşımızdan cinsiyetimize, o anki ruh halimizden geçmiş tercihlerimize kadar her şeyi analiz ederek bize özel mesajlar üretiyor.
Bu durum, Althusser’in “çağırılma” (interpellation) kavramını bireysel düzeyde adeta kusursuzlaştırıyor. Eskiden herkes aynı televizyon reklamını izlerdi; oysa bugün algoritmalar her birimize ayrı ayrı sesleniyor. Örneğin size “Sen çevreci birisin, bu organik ürünü almalısın” derken, arkadaşınıza ise “Sen teknoloji meraklısısın, bu ürüne bayılacaksın” diyor. Şimdi bir düşünün: Geçen hafta telefonunuza hangi uygulamayı indirdiniz? Neden onu seçtiniz? Bu kararı gerçekten siz mi verdiniz?
Ya da son izlediğiniz YouTube videosunu kim seçti? Sosyal medyanın sürekli bildirimleriyle seçimlerimizin ne kadar sık yönlendirildiğini fark ediyor musunuz? Düşündükçe, bizi kontrol eden görünmez ellerin ne kadar yakın olduğunu daha net fark edebilirsiniz.
İşte bu durum tam da Hiperhedefli Kontrol dediğimiz olgunun özünü oluşturuyor. Geldiğimiz noktada, bireyin kimliği, arzuları ve davranışları anlık verilerle şekilleniyor ve en ince ayrıntısına kadar yönlendiriliyor. Artık karşımızda bize “Hey sen!” diye seslenen tekil bir ses yok; “Hey sen! Senin her şeyini biliyorum” diyen sistematik bir kurgu var.
Bu hiperhedefli çağırılma mekanizması, eğitim alanında belki de en sinsi biçimini alıyor. Althusser’e göre eğitim, toplumun değerlerini bireylere aktaran en güçlü ideolojik aygıtlardan biridir. Çünkü okul, yalnızca bilgi aktarmaz; bireyin hangi bilgilere değer verip hangilerini göz ardı edeceğini de şekillendirir. Bugün, yapay zekâ destekli eğitim platformları bu süreci çok daha sistematik ve gözle görülmez biçimde sürdürüyor. Başka bir deyişle, bu sistemler algoritmalar aracılığıyla neyin öğretilip neyin geri planda bırakılacağını son derece hızlı ve etkili şekilde belirleyebilmektedir. Adaptif öğrenme sistemleri, bireye uygun bilgileri öne çıkarırken, sistemin kendisini sorgulatacak içerikleri geri plana atabilir. Böylece sorgulamayan, uyumlu bireyler üretmek neredeyse kendiliğinden gerçekleşir.
Tüm bunlara baktığımızda, ortaya çıkan tablo biraz karamsar görünebilir. Ama bu karamsar manzaranın gerçek olmadığını söyleyebilir miyiz? Şöyle bir çevremize baktığımızda Bentham’ın Panoptikon’u günümüzde hızla ete kemiğe bürünüyor. Çin'in sosyal kredi sistemi bu durumun en ileri örneği. Sistem vatandaşları sürekli izliyor, puanlıyor ve bu puanlar kişinin kredi kullanımından seyahat özgürlüğüne kadar her şeyi etkiliyor. Yani üzerimizdeki görünmez el bu kez sadece fiziksel mekânlarda değil, cebimizde taşıdığımız telefonlardan sosyal medya hesaplarımıza kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Bu yüzden mesele sadece izlenmek değil; asıl mesele, her an izlenebileceğimizi bilerek yaşamaya alışmamız.
Çok Merkezli Kaos
Ama hikâyenin başka bir yüzü daha var. Artık ideolojik üretim tek bir devletin ya da merkezi gücün elinde değil. Google, Meta, OpenAI gibi dev şirketler kendi değer sistemlerini küresel çapta yayıyor ve bu sistemler birbiriyle çelişiyor.
Bir kişi aynı gün içinde Instagram’da lüks tüketime, LinkedIn’de kariyer odaklı başarı söylemlerine, Reddit’te ise alternatif yaşam tarzlarına maruz kalabiliyor. Bu kadar çok yönlü “çağırılma”, tek bir ideolojinin toplum üzerindeki mutlak hakimiyetini zayıflatıyor. Üstelik yapay zekâ algoritmalarının kendi kendini sürekli geliştiren yapısı, tasarımcılarının bile öngöremediği sonuçlara yol açıyor. Böylece, egemen güçlerin kontrol mekanizmaları öngörülebilirliğini kaybediyor. Ortaya çıkan bu belirsizlik, eski iktidar yapılarını sarsarken aynı zamanda yeni çatışma ve dönüşüm alanları yaratıyor.
Kısacası, dijital dünyada ideoloji artık çok sesli, çatışmalı ve sürprizlerle dolu bir ortamda varlığını sürdürüyor. Tek bir anlatının herkesi şekillendirmesi gün geçtikçe zorlaşıyor. Geleneksel ideolojik aygıtların tek merkezli yapısı bu dağınıklıkla sarsılırken, ortaya çıkan bu karmaşa yeni bir soruyu gündeme getiriyor: Acaba bu durum bizi gerçekten daha özgür bir geleceğe götürebilecek mi? Buna cevap vermek gerçekten çok zor…
Özgürlükten Kaçış
Bu noktada belki de kendimize “Yüzeyde gördüğümüz çeşitlilik gerçekten bir özgürleşme mi, yoksa daha karmaşık bir kontrol biçimi mi?” diye sorabiliriz.
Burada Erich Fromm’un özgürlükten kaçış kavramı önemli bir bakış açısı sunar. Fromm’a göre insanlar, özgürlükle yüzleştiklerinde hissettikleri kaygı ve sorumluluktan kaçmak için savunma mekanizmaları geliştirir. Çünkü bir anlamda özgürlük, bireyin kendi kararlarının sorumluluğunu üstlenmesi demektir; bu da çoğu kişi için büyük bir yük olabilir. Bu yüzden bazıları, bu yükten kurtulmak için kendi benliğinden vazgeçip kalabalığa uyum sağlamayı tercih edebilir. Bugün ise bu kaçış, teknolojik sistemler aracılığıyla devam ediyor. Geçmişten farkı ise, artık bu itaatin tek bir merkeze değil, birden fazla merkeze yönelmiş olması.
Dolayısıyla bilgi ve ideolojilerin çok merkezli hale gelmesi, mutlak bir özgürlükten ziyade daha karmaşık ve ince kontrol biçimlerine işaret ediyor. Fromm’a göre gerçek özgürlük, ancak bireyin bilinçli farkındalığı ve kendi kendini gerçekleştirme çabasıyla mümkün olabilir. Aksi halde özgürlük adı altında yeni bağımlılık biçimlerine sürükleniriz. Kısacası, insanlar arasında derin bir içsel uyanış yaşanmazsa, bu çağın geçmişten çok da farklı olacağını düşünmüyorum.
Bu yüzden esnek düşünebilmek, iç ve dış kalıpları kıracak cesareti göstermek ve kendi öz benliğini tanımak en önemli adımlardır. Aksi takdirde, sahte zevkler peşinde koşan, anlam arayışını tüketimle bastıran haz odaklı varlıklar olarak yaşamaya devam ederiz.
Özetle, yapay zekâ destekli algoritmalar bireyleri benzersiz veri kümelerine dönüştürürken, tek merkezli ideolojik kontrol sistemlerini parçalıyor. Bu da çok merkezli, ama birbirine bağlı denetim biçimlerinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Geldiğimiz noktada, modern insanı sarmalayan dijital çevre, bireylere yüzeyde daha fazla çeşitlilik ve seçenek sunarken, aslında çok daha karmaşık bir gözetim ve yönlendirme ağı anlamına geliyor. Bana göre bu çelişki, yani özgürleşme vaadiyle gelen ince ayarlı kontrol mekanizmaları, çağımızın en temel paradoksunu oluşturuyor.
Diyalektik Bir Gelecek
Peki, yapay zekâ çağında karşılaştığımız bu paradoksal durum nasıl aşılacak? Teknolojinin hızla geliştiği, ideolojik kontrol mekanizmalarının karmaşıklaştığı ve bireysel özgürlüklerle denetim arasındaki çizginin giderek belirsizleştiği bu ortamda, geleceğe dair farklı olasılıklar üzerinde durmak gerekiyor. Bu bağlamda, üç temel senaryo ön plana çıkıyor:
Senaryo 1- Yeni Hegemonya: Çok merkezli kaos zamanla yeni bir hegemonik düzene dönüşür. Teknoloji devleri arasında birkaç büyük güç öne çıkar ve yeniden tek merkezli bir yapı kurar.
Senaryo 2- Kalıcı Kaos: Çok merkezli yapı kalıcı hale gelir. Bunun sonucunda ideolojik kontrol azalırken, toplumsal tutarlılık da zayıflar. Ancak bu kontrol kaybı, bireylerin kendilerini tam olarak ifade edemediği, farklı merkezler arasında sıkıştığı bir karmaşaya yol açar. Ortak değerlerin ve güvenin azalmasıyla birlikte toplum içinde tutarsızlık ve çatışmalar artar. Bu da sosyal düzenin sarsılmasına ve belirsizliğin yükselmesine neden olur.
Senaryo 3- Bilinçli Özgürleşme: Bireyler, bu karmaşık denetim ve yönlendirme mekanizmalarının farkına vararak gerçek özgürlük yolunda bilinçli adımlar atabilirler. Erich Fromm’un da vurguladığı üzere, özgürlük ancak bireyin bilinçli farkındalığı ve kendi özünü gerçekleştirme çabasıyla mümkün olur.
Bu noktada, her birimizi kontrol etmek için çaba sarf eden o gizli el aslında bizleri belirli kalıplar içine hapsetmeye çalışır. Bu kalıplardan kurtulmanın yolu ise bireyin kendine yönelik liderlik becerilerini (öz-liderlik) geliştirmesinden geçer. Çünkü özünü anlamadan kendine liderlik etmek mümkün değildir; kendine liderlik edemeyen bireyin başkalarını yönetmesi ise gerçekçi değildir. Bu becerilerin eksikliğinde birey, kendine olduğu kadar çevresine de yabancılaşır, tutarsızlık artar ve sonunda ideolojik aygıtların daha derin ve karmaşık kontrol mekanizmalarının etkisi altına girer.
Althusser Bugün Ne Söylerdi?
Eğer Althusser bugün yaşasaydı, muhtemelen şunu söylerdi: "Yapay zekâ, ideolojik aygıtları sadece güçlendirmedi, onları görünmez kıldı. Artık birey, ideolojinin öznesi olmayı kendi özgür seçimleri sanıyor. Bu, ideolojinin en mükemmel zaferdir."
Onunla karşılıklı olarak konuşuyor olsaydım, bu söze şöyle bir ekleme yapmayı isterdim: "Yine de bu kadar karmaşık bir sistemin kendi içindeki çelişkiler, öngörülemeyen kırılma noktaları yaratabilir. Asıl mesele, bu kırılmaları fark edip değerlendirebilmektir."
Uyanık Kalma Sanatı
Bana göre, çağımızın en önemli becerisi bu çok katmanlı kontrol mekanizmalarının farkına varmakta yatıyor. Bu durumda ne tamamen paranoyak olmalı ne de naif bir şekilde "ben özgürüm" yanılsamasına kapılmalıyız. Bunun yerine şu eylemleri hayatımızın merkezine oturtmayı düşünebiliriz:
Hangi platformun bize nasıl seslendiğini analiz etmek
Çelişkili mesajlar arasında kendi değerlerimizi netleştirmek
Teknolojik araçları bilinçli şekilde kullanmak
Bir şeyi hiç unutmamalıyız: Önemli olan, gelip geçici zevklerin peşinde kaybolmak yerine kendi iç dünyamızı anlamayı hatırlamaktır. Sonuç olarak, bu çağın geçmişten asıl farkı, ancak bireysel ve toplumsal bir uyanışla ortaya çıkabilir. Aksi halde, değiştiğimizi sanırken özünde aynı bağımlılıklara yeni kılıflar giydirerek yaşamaya devam ederiz.
Peki şimdi sıra sizde. 10 yıl sonra yapay zekâ ve toplum ilişkisi sizce nasıl olacak? Hangi güçler kazanacak? Kendi yaşamınızda neleri değiştirmeyi planlıyorsunuz? Bu makaleyi okuduktan sonra yarın farklı bir şey yapacak mısınız?